Home Artists Posts Import Register

Content

6 Haziran 2009

Farsça zebâne yahut zubâne neymiş? Bir, terazinin dilciği. İki, kemer tokasının dili. Üç, alev dili. “Her ne ki dil gibi ola” diye açıklamış Burhan-ı Katı sözlüğü, ki mantıklı görünüyor. Çünkü Farsça zebânveya zubân dildir, -e eki de “gibi” anlamına gelebilir. Meninski sözlüğü bir de anatomik anlam ilave etmiş “lingula pudendi mulieris” diye; Türkçesi “avretlerün ud yerlerindeki dili” demekmiş.

Türkçe vav ile zıvâne veya zuvâne biçimine daha 17. yüzyılda rastlıyoruz. Bu da alev dili demek. Ayrıca delice otu (ısırgan??) demekmiş. Bir de mürekkep dağılmasın diye üstüne bastırılan kumaş parçasına zıvâne denirmiş, o da dil gibi yalamaktan herhalde. 19. yüzyıla gelindiğinde başka anlamlar boy gösteriyor. Ahmet Vefik Paşa’ya göre zubâne veya zıvâne, 1. değirmen taşının aks mili, 2. tütün çubuğuna ağızlık takımı geçirmeye yarayan delikli mil. Bu anlamlar da terazi dilciğinden benzetme yoluyla türemişe benziyor. Zıvanadan çıkmak “değirmen taşının aksından çıkması” demek olmalı, tehlikelidir.

Kendinden filtreli sigaralar çıkmadan önce sigaraya takılan filtreli ağızlığa zıvana denirdi, belki hatırlayan vardır. Anlam evrimine bakar mısınız? Terazi dili > metal ibre veya mil > metal mil aracılığıyla takılan pipo ağızlığı > sigara ağızlığı (milsiz).

Buraya kadar her şey iyi hoş. Derken Eski Asurca sözlüğümüze bakıyoruz, bir de ne görelim? Zibânîtu “terazi” ve ayrıca gökteki Terazi burcu. Bêt zibânu da varmış, tartıhane demekmiş. MÖ 1500’lerden beri kaydedilmiş, demek ki Farsçadan gelmiş olamaz: İrani dillerin Yakın Doğu’da boy göstermesi bundan neredeyse yediyüz yıl sonradır. “Terazi dili” anlamı Mezopotamya’dan İran’a geçti desek, bu defa Öz Farsça olan zeban/zuban sözcüğüyle kurulan bağlantı çöküyor. Al sana içinden çıkılmaz bir durum!

Ki daha Arapça zebânî ile ilişkisini irdeleyecektik, iyice kafalar karışsın diye. Yer kalmadı.[1]


[1]Karaman’dan yazan Abdullah Parlar başka bir zıvanaya değinmiş:

Yaşım itibariyle ilk gençliğimde öküz arabaları önemli bir tarım ve nakliye aracı idi. İşte o öküz çiftleri boyunduruk tabir edilen bir ahşap çeki sistemine boyunlarından geçirilir, iki yanına da yukarıdan aşağı geçirilen, çoğunlukla metalden yapılmış bir çubuk ile öküzlerin boyunlarının çeki sırasında çıkması önlenirdi. İşte bu metal çubuğa zıvana veya zelve dendiğini hatırlıyorum. Bazı deli veya çok akıllı öküzler boynunu oradan kurtarırsa işte o zaman “zıvanadan çıkmış” olurdu. Zelve de ince ve uzun bir çubuk olduğundan uzun boylu sevimsiz insanlara da “deve zelvesi gibi adam” denirdi.

Elbistan hakkında değerli eserlerin müellifi olan Arif Bilgin daha farklı bir zıvanayı hatırlatmış:

Bizim illerde (Elbistan ve çevresi) zıvanaya başka anlamlar eklenmiştir.

Zıvana: Eskiden ahşap pencere çerçevesi yapılırken, yatay ve dikey olarak kullanılacak ağaçlar, erkekli-dişili olarak hazırlanır ve bunlar birbirine girdirildikten sonra dört köşede de tam birleşim noktalarından yarım santim çapında küçük delik açılır ve buraya dayanıklı bir ağaçtan yapılmış çivi alttan çıkacak kadar çakılarak oturtulur; sonra da fazlalıklar kesilerek düzlenirdi. İşte çerçeveyi oluşturan ağaçların erkekli olanlarındaki düzgün çıkıntıya ‘zıvana’ denir.

Aynı şekilde, uzun veya kısa, kalın veya ince bir ağacın tam tepesine yakın bir yerden başlanarak dört tarafından yontularak tam ortasında kalacak şekilde oluşturulan ince ve düzgün uzantılara da ‘zıvana’ denir.

Zıvanadan çıkmak: Yıllarca kullanılan ahşap pencere çerçevesindeki erkekli ağaçlardan birinin, ikisinin, üçünün veya dördünün, onlara erkekli sıfatını veren çıkıntıları bir sebepten kırılınca veya çürüyünce, pencere çerçevesinin düzeni bozulur ve laçkalaşmış gibi ileri geri oynamaya başlar. ... İşte bu haldeki bir pencere çerçevesini gören biri; “Bu çerçeve zıvanadan çıkmış” veya “Bu çerçevenin zıvanası çıkmış” der.”

Comments

No comments found for this post.