Home Artists Posts Import Register

Content

18 Mayıs 2009

Çağdaş yaşamı tabii ki de destekleriz. Çağdaş yaşamı kim desteklemez? Ben illa retro takılacağım, kafama fes giyeceğim diyen mi var?

Bunların anlamadığı veya anlamazlıktan geldiği şu: Çağdaş yaşamın simgesi, bayrağı ve peygamberi diye Mussolini ile Hitler’in çağdaşı bir eski asker-politikacıyı öne koymak olacak iş değildir. Her şeyden önce o çağdaşlık iddiasına zarar verir, inandırıcılığını zedeler, sırtına taşıyamayacağı bir kambur yükler. İlla peygamber lazımsa bizde hakikisi var diyen adamlara verecek cevabın kalmaz. Daha önemlisi dünyanın dört bir yanında BUGÜNKÜ çağdaşlığı temsil eden zümrelerle ortak bir dilin kalmaz. “Çağdaş yaşam” kulvarında senin doğal müttefikin olması gereken Brüksel’deki, Seattle’daki, Tiflis’teki, Mumbai’deki genç, zeki, dünyadan haberdar insanlar “Bu Türkler yetmiş sene önce ölmüş bir darbeci generali çağdaş yaşamın son merhalesi zannediyorlar, annee” deyip seni arkandan tiye alırlar.[1] Zaten bütün dünyanın bildiği tarihi inkâra azmetmiş olmak gibi bir handikapın var, bu da eklenince büsbütün yalnız kalırsın. Bölüğe mıntıka temizliği yaptırmakla devlet yönetmek arasındaki farkı anlamaktan aciz bir avuç cahil paşa ile çağdaşçılık oynarsın.

Düşünsen absürt ötesi bir hadise var ortada. “Çağdaş yaşam” denilen şey 1920’lerde 1930’larda durmadı ki, yürüdü gitti. Golf pantolon giyip panama şapka takmak bu devirde çağdaşlık falan değildir, fes ve kavuk giymek kadar tapon bir antikalıktır. Birtakım zattarazotti izci marşlarıyla orgazma gelip Führer’e Başbuğ’a selam durmak 1933’te belki moderndi ama bu çağda çağdaşlık sayılmıyor, psikopatlık sayılıyor.

BUGÜNKÜ çağdaşlık nedir, bakın şöyle anlatayım. Photoshop diye bir program var, bilirsiniz, onun başında çıkan künyeye bakın. Üç Hintli, beş tane Çinli, bir Bulgar, altı-yedi Anglo Amerikalı, birkaç Yahudi, bir Afrikalı, iki Japon’un adı çıkar. Çağdaş yaşam işte odur. Enternasyonalizmin hasıdır. İnsanlık tarihinin gördüğü en heyecanlı işlerden biridir. Çağdaş olacağım, vatanıma milletime özümü armağan edeceğim diye var olmayan düşmanı Çanakkale’de denize dökme hayalleri kurarsan çağdaş mağdaş olmazsın, gülünç olursun. Adam Çanakkale’yi çoktan geçmiş, masandaki ekrandan sana el sallıyor çünkü.[2]

[1]Bu cümlem yüzünden ayılıp bayılanlar oldu. Üzgünüm ama ben bir sorun göremiyorum. 70 (pardon 71) yıl önce ölmüş mü? Ölmüş. Darbeci miymiş? Darbeciymiş. General miymiş? Generalmiş. Bazı Türkler kendisini çağdaş yaşamın son merhalesi sanıyor mu? Sanıyor. Türkiye dışında yaşayan ortalama bir “çağdaş” insan bu görüşü egzotik ve şaşırtıcı bulur mu? Bulur. Ee?

[2]Bu yazının, Çağdaş Yaşam Derneği kurucu ve yöneticisi Türkân Saylan’ın vefat ettiği güne denk gelmesi talihsiz oldu. Konuya ilişkin görüşümü soran bir tanıdığa derli toplu bir cevap yazma ihtiyacını duydum:

Bir ideal uğruna yılmadan mücadele eden herkese takdirden öte hayranlığım var. O ideal hiç katılmadığım, hatta aleyhine mücadele etme gereğine inandığım bir şey BİLE olsa. Uzun yıllar önce Peru’da Amazon cangılında çıplak kızlıderili kabilelerine hastane ve okul götüren Katolik misyonerlere misafir olmuştum; geçen sene de Etiyopya ve Çad’da okul açan “Fethullahçı”larla tanıştım. Ben de Şirince’de Matematik Köyü’nü kurma mücadelesinde yer aldığım için, neler yaşayıp neler başardıklarını çok iyi anlama şansına sahibim.

Sn. Saylan’ın, belki Alman olan annesinden tevarüs ettiği itici ve dogmatik bir kişiliği olduğu izlenimine kapılmıştım. Buna karşılık büyük işler başaran insanların çoğu zaman antipatik ve dengesiz şahsiyetler olduğunun da farkındayım.

Saylan’ın “iyi niyetinden” şüphem yok. Ama temsil ettiği ideolojinin en klasik ve saf şekliyle Nazi ideolojisi olduğu kanısındayım. Bu düşünce tarzı, 1930-40’larda bu ülkede pek çok kişi tarafından bir tür saf hatta çocukça heyecanla benimsendi. İyiniyetli olduğundan kuşku duyulmayacak bir idealizmle Türk burjuvazisinin bir kısmı “kendini topluma adama” (ve bunun zorunlu tamamlayıcısı olarak, “toplum düşmanlarını tepeleme”) ayinlerine katıldı. 1930-40’lara ait bu biraz hastalıklı idealizmin günümüzde sürdürülüş biçimini, özellikle Sn. Saylan bağlamında, daha ziyade psikolojik/ailevi faktörlerle açıklamak gerekir diye düşünüyorum.

Burada sözkonusu olan “eğitim”in Türk Milli Eğitim sistemi olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu sistemde “çağdaşlık” deyimiyle kastedilen şeyin, sabah öğlen ve akşam Atatürk, vatan, millet, ırk, kahramanlık vb. ögeleriyle bezenmiş bir tür tuhaf askeri ritüelin tekrarlanmasından ibaret olduğu ortadadır. Bu eğitimin ne anlamda “çağdaş” olduğunu anlamaktan acizim. Aksine, Türk toplumunun çağdaş dünya ile bütünleşmesinin önündeki en büyük engelin – hatta İslamiyetten fazla – bu eğitim sistemi olduğunu düşünüyorum.

Üç çocuğunu Türk Milli Eğitim Sistemine rehin vermek zorunda kalmış bir baba olarak, şahsen çocuklarıma bu tür bir “çağdaşlık” aşılamaya yeltenen kişi ve kurumları şahsi düşmanım olarak görme eğilimindeyim.

Comments

No comments found for this post.