Home Artists Posts Import Register

Content

12 Şubat 2009

İstanbul Belediye Başkanı geçen gün rakibine pertavsız önermiş, piyasadan kalkmış güzel bir kelimeyi naftalinler arasından çıkarıp ortaya salmış. Farsçası pertavsûz: pertav = ışık, sûz = yakan. Işıkla ateş yakan, yani bildiğimiz konveks mercek, büyülteç dediğimiz şey. Ne kadar oturaklı bir kelime! Türkçesinin –sız olması tipik bir analoji örneği: yapısı unutulmuş bir sözcük, Türkçe pervasız yahut imansız gibi örneklere uydurulup yeniden yorumlanmış.

Pertavsız ta eskiden beri bilinen bir nesne. Ama dürbün yahut teleskop öyle değil, Avrupalılar icat etmişler. 16. yüzyılın sonlarına doğru bu taraflarda boy göstermiş. Direkt İran’a gidecek hali yok, belli ki ilk önce İstanbul’da görülmüş. Zamanın ukelası da doğal olarak Farsçadan şık bir isim uydurmuşlar. Farsça dûr = uzak, bîn = gören. Dûrbîn = uzakgören. Bildiğimiz dürbün. Frenkçe téléscope’un birebir çevirisi: télé = uzak, scope = gören. (Harbi Farsçada da dûrbîndeyimi var, “uzağı gören” insan için kullanılıyor. Misal: Turgut Özal dürbîn adamdı.)

Çok sonraları, sanırım 20. yüzyıl başlarında Fransızca teleskop da Türkçeye girince anlam ayrışması olmuş, tek şeysi olan biçimine teleskop, çift şeyli olanına dürbün demek tercih edilmiş.

Televizyon da iki yüz sene önce icat edilseydi Türkçesi herhalde durdîde olurdu. Yahut Arapçadan tenzîre. Allahtan 30’larda daha Türkiye’ye gelmemişti, yoksa uzbakaç da olabilirdi, neden olmasın?

Efendim dürbin Kürtçedir, dûr uzak, bin dîtin fiilinin şimdiki zamanıdır diyorlar. Bre kardeşim, İstanbul ulemasının Frenk icadına Kürtçe isim takması olacak şey midir diye düşünen yok.[1]



[1]Umulmadık ölçüde çok cevap üreten yazılarımdan biriydi. Bu sefer Kürt okurlarım itiraz etme ihtiyacı duymuşlar. İlgi çekici olanlardan biri şuydu:

Dûr ve bin kelimelerini İstanbul ulemasının Kürtçeden almış olmadığı kesin. Ancak şu Farsçanın ilk kez imparatorluk diline dönüştüğü Akemenidler döneminden önce imparatorluk kurmuş olan Medlerden alınmış kelime olamaz mı? Sadece İstanbul değil Persepolis veya Ekbatan ulemalarını da düşünmek lazım. Kürtçe denilen dil de sadece Hakkari’nin bayırlarında oluşmadı herhalde?

Cevaben “Akemenidlerin kullandığı dürbün Yeşilçam filmlerinde Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinin taktığı kol saati gibi bir şey olmalı herhalde” diye yazmışım, maksat gırgır geçmek tabii.

Aynı yazıya gelen tepkilerden biri de şuydu. Vatanmillet azgınlığı sırf Atatürk gençliğine has bir hastalık değil tabii.

Bu ne düzeysizlik Sevan Nişanyan. Utanma, sıkılma gibi eşikleri aştığın yazdıklarından belli oluyor. Senin ne haddine meşruluğu olmayan bir devletin dilini kırk dereden su getirerek meşrulaştırmaya çalışmak. Yok Ortaasya Türkçesiymiş, yok bilmem etimolojik kökeniymiş. Nereden icat ediyorsun sen bunları birader? Hangi Türkçe hangi Ortaasya... Bize Ergenekon masalları da anlatacak mısın? Dağı eritip çıktıklarını Türklerin falan.. Ben Kürt kökenli bir insanım. Ve her yazdığın yazıda Kürtçeye bir güzel geçirmeden boş geçmiyorsun. Hayırdır bundan amacın nedir? Kim olduğunu sanıyorsun sen? Kalemi eline her alanın her istediğini yazabileceğini mi sanıyorsun?

Comments

Selçuk Kuyucak

Amanın, bu son paragraf pek bir eğlenceliydi...