Home Artists Posts Import Register

Content

22 Ocak 2009

Türkiye’de “dil gurusu” sayılmanın temel şartıdır, Türkçeye gavurdan sızan kelimeleri ayıplayacaksın, “getti dilimiz, elden gettiii” diye dövüneceksin, dükkan tabelalarına the yazdılar diye kanlı gözyaşları dökeceksin. Bizim de adımız dilbaza çıktı ya, otomatikman öyle olduğumu varsayıyorlar. Kötü mihrakların dilimize musallat ettiği “insert etmek, start almak” gibi sözcükleri ne zaman kahredeceksin diye ikide bir soruyorlar. Neymiş? Bu deyimler “Türkçe düşünmenin önünü tıkıyormuş”. Yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar bulabilirsek elbette Türkçede bir canlanma olacakmış.

İtiraf edeyim, insert etmek, start almak gibi deyimlerin Türkçe düşünmenin önünü tıkadığına zerrece inanmıyorum. Aksine özdeş, özdek, özek, özelge,özerk, özet, özgeci, özgü, özgül, özgüleme,özgün, özlük, özne, özünlü gibi kelimelerin elli yıl boyunca (1933-1983) bu toplumun düşünme yeteneğini hepten dumura uğrattığından eminim. İlk ikisi ne kadar net, ne kadar spesifik, ne kadar “cuk oturan” kelimeler: yanlış anlaşılmalarına imkan yok. Ötekiler memur kafasından çıkmış, bozbulanık, bir şey söylemekten ziyade bir şey söylermiş gibi yapan kavram bozuntuları![1]

Bazı kelimeler yapı olarak az veya çok şeffaftır, “sözcük” gibi. Bazıları da (Türkçe için) opaktır, “kelime” gibi. Yapıca şeffaf olan kelimelerin şeffaf olmayanlara nazaran daha iyi anlaşıldığı fikri, Alman nasyonalist düşüncesinin 19. yüzyılda ortaya attığı bir hezeyandır. Doğru olmadığı, bütün ciddi dilbilimcilerin kabul ettiği bir gerçektir. Leblebi de opak bir kelime, kamyon da. Üstelik ikisi de yabancı. Ne olduklarını anlamakta zorlanıyor musunuz? Böğrülce yahut özkağnı deseler vatan kurtulur muydu?

Türkçeden türetilmiş yeni kelimelerin yabancı kökenlilerden evla olduğu inancının, ilkel bir ırkçılık dışında herhangi bir mantıki temeli olduğunu da sanmıyorum. Hani Türkler Ortaasya’dan gelir, o yüzden Ortaasya kökenli olmayan her şeyi vatanımızdan söküp atalım, pis alçaklar gibisine. Yok efendim Ortaasya kökenli olunca halkımız daha iyi anlarmış, daha kolay düşünürmüş. Bunlar minareye mendilden kılıf uydurma çalışmaları, o kadar.


[1]Sinan Altıner son derece düşünceli ve derli toplu bir maille karşıt görüşü savunmuş. Irkçı görüşlere sahip olmadığını özenle vurguladıktan sonra demiş ki:

Ben yapay olsalar da bu kelimeleri Türkçenin ata sözcüklerinden türetilmiş oldukları için sevme eğilimindeyim. Bu Türkçe kokenli kelimeleri sevmemin nedeni –sizin de belirttiğiniz gibi– “şeffaf” ya da “daha kolay anlaşılır” oldukları için DEĞİL. Bu sozcukleri sevmemin nedeni, Türkçenin çok ekli (aglutinatif) bir dil olması ve bunun sözcük türetmede çok doğurgan bir [özellik] olmasıdır.
Örneğin, öz, bil-, kes-köklerinden –tam sayısını bilmesem de– çok sayıda Türkçe sözcük türetilmesi benim hoşuma gidiyor. Bir kökten bir sürü yapım ekini değişik kombinasyonlarda kullanarak çok sayıda kelime türetmek bence göz ardı edilecek bir zenginlik değildir. Türkçenin sözcük türetebilme yeteneği Arapçanın matematiksel kelime türetmesi kadar engin olmasa da dilimizi güçlendirdiği kesin. Türkçenin bu doğurganlığının bilinmesinin ve bundan yararlanılmasının dilimizi Arapça kökenli kelimeler kadar zenginleştirebileceği düşüncesindeyim.

Cevap yazıp dedim ki:

İki-üç aydır yoğun bir şekilde Türkçenin aglutinatif yapısı (morfolojisi) üzerinde çalışıyorum. Dil Devrimi’nde bilemezsiniz nasıl silindir gibi üzerinden geçmişler. Bin yıldır gayet net ve tutarlı bir yapısı olan ekler sistemini nasıl haşat etmişler. Çözelti’deki +elti nedir allahaşkına? Önem veya gizem’in +em’i nereden çıkmış? Geçişli fiillerde her zaman “eyleme maruz kalan” anlamı veren +gin (bıçkın, düzgün, sürgün, yorgun) bilgin’de ne anlama geliyor?
Sonuçta fark eder mi? Etmez tabii. Bilgin ne demek biliyor muyum, biliyorum. Ama tahmin ediyorum Türkçenin aglutinatif yapısı kolay kolay toparlanmayacak şekilde tahrip edildi. Son otuz yılda çıkan kelimelerde o mantık hiç kullanılmıyor artık, farkında mısınız?

Süleyman Şahal ise düşüncelerinin “ciddi bir dilci tarafından desteklendiğini ilk defa görmenin sevinci içinde” uzun uzun içini dökmüş.

Şunu biliyorum ki sadeleştirme adına yapılan her türlü eylem kelimeleri anlamsızlaştırıyor, nihayetinde dili fakirleştiriyor. Bu tarz müdahaleler kelimelerin doğal oluşum süreçlerini bypass ettiklerinden kelimenin sahip olması gereken çağrışım dünyasını yok ediyorlar. Onu ölü doğuruyorlar. Örneğin ben link kelimesini duyduğumda zihnimde cismiyle, rengiyle bir şey beliriyor: Mouseu üzerine getirince el şeklini alıyor, basınca mor oluyor vs. Birileri çıkıp da bu kelime İngilizce diye yerine bağlantı diye bir şey uydurur ve onu dilime zorla sokarsa o kelimenin benim için hiçbir çağrışımı, dünyamla hiçbir teması kalmıyor ki. Ne yapayım ben o kelimeyi. (Ayıptır söylemesi, bilgisayarımı bile İngilizce kullanıyorum. Savunmuyorum, ama alıştım, böyle gidiyor. Türkçesi daha garip geliyor. Kurmadığımız bir dünyaya arkadan kelime yetiştirmeye çalışıyoruz ve yetiştiremiyoruz.)
Meselenin diğer bir yönü de düşünmenin imkanları, sınırlarıyla ilgili. Türk toplumu olarak düşünmenin her türlüsünü yapmış ve yapacak olmak gibi bir iddiamız mı var, anlamıyorum. Ben düşünürken aklıma Arapça kavramlar da geliyor, İngilizce de; çünkü o dilin sahipleri o yolda daha önce yürümüşler ve toplumsal birikimlerini bir kelimede damıtabilmişler. Misal, edebiyat üzerine daha çok kafa yormuş bir toplumun dili olmasından dolayı Arapçanın belagat, cezalet, fesahat, selaset, talakat gibi güzel konuşma ve yazmanın anlam nüanslarını aksettirecek bir kelime yelpazesine sahip olması çok doğal. Benimkinde yok diye hepsini aynı kelimeye mi indirgemeli ya da birileri uyduruncaya kadar beklemeli miyim?! Geçen arkadaşımla mailleşirken continuum kelimesini kullanmak ihtiyacı gördüm. Biz toplum olarak, düşünce dünyamızı bu kelimeyi üretmeye zorlayacak kadar genişletseydik belki de Türkçesi gelirdi aklıma. Doğrusu, ben beni en iyi ifade eden kelimeyi seçmekte bir beis görmüyorum.
Ayrıca, şu “Türçe düşünmek” de nedir, Allah aşkına. Kendi içinde bile çürük bir sav. “Kendine iyi bak” dediğimizde Türkçe mi düşünmüş oluyoruz ya da “Allah’a ısmarladık” dediğimizde Arapça mı?.. Biz Türkler öteden beridir birbirimize “take care” deme ihtiyacı hissediyorduk da yeni mi farkına vardık? Irkçılık saikiyle yola çıkanlar kendi kendilerine komik duruma düşüyorlar; lakin heyacanlı genç insanlar var, Türkçe düşünmenin gerekliliğini savunan. Bu insanlar Türkçe düşünmenin ne olduğu üzerine düşünmeliler önce.
Son yıllarda vardığım kanaat şu: Dil bir sebepten çok bir sonuç. Bir toplum, bilimde, edebiyatta vs. adam yetiştirebiliyorsa dili dert etmesine gerek kalmıyor, o kendi yolunu buluyor zaten. Kendi kendine ürüyor, genişliyor. Sizin geçen verdiğiniz yelkovan örneği ne güzeldi. O günden beri kelimeyi daha bir sever oldum.

Comments

Selçuk Kuyucak

Bizim apartman deneticimiz, yöneticimizin yıl içi faaliyetleri için "şimdi bir icmal yaparım, her şey ortaya çıkar" demişti.  Vay canına icmal yapacak.  Ne demek bu?  Bilançosunu çıkartmakmış.  Gerçi o da İtalyanca.  Gelir-gider tablosunu çıkartmak her kes tarafından anlaşılacağı için pek makbul değil maalesef.