Home Artists Posts Import Register

Content

23 Haziran 2009

“Neden Yunus’un Türkçe’sini koruyamadık? Koruyup geliştiremedik? Neden Türkçe’si varken başka dillerden sözler alıp dilimize doldurduk ve dilimizi tanınmaz hale getirdik?” demiş Radikal köşeyazarlarından Namık Kemal Bey, Ziya Gökalp’e öykünerekten.

Maksat tabii cahil halkın önyargılarını okşayıp prim yapmak, o belli. Ama ben gene ciddiye aldım, dersimi çalıştım. Yunus Emre’ye atfedilen toplam 426 adet şiiri internette bir yerde bulup indirdim (bunların çoğu orijinal değildir, çakmadır, ama şimdilik fark etmesin). Concordance programına takıp kelime listesi çıkardım, çekimli sözcükleri ayıkladım. Kaç kelime çıktı dersiniz? 1991 kelime! “Yunus Emre Türkçesi’nin” yazıya yansıyan kelime hazinesi demek ki buymuş.

O devrin Türkçe yazan diğer yazarlarını, Garibname’yi, Süheyl ü Nevbahar’ı, Manyasizade’nin Gülistan tercümesini saysanız da buna yakın bir liste çıkar, bilemedin üç dört bin kelime içinde döner olay. Türkçe henüz yazı dili olarak çok tazedir, donanımsızdır; daha zengin ifade yelpazesine gerek duyanlar yazıyı Arapça veya Farsça yazarlar.

Arapça ve Farsça kökenli kelime oranını da saydım, yüzde 37 buldum. Aceb, akıl, Allah, aşık, aşk, can, cihan, çare, derd, derviş, dost, dünya, düşman... gibi en sık kullanılan kelimelerin bir kısmı buna dahil. Dikkat ederseniz bunların pek çoğu Yunus’tan önceki bir-iki kuşak içinde Türkçe’ye girmiş “yeni” kelimelerdir. Yani, heyhat, “Yunus Emre Türkçesi” oldukça avangard bir dildir. Bir bütün olarak dönemin derviş edebiyatında sanki yabancı kökenli kelimeleri sürekli tekrarlayarak halkı alıştırmaya dönük bir gayret sezilir, ya da bana öyle geliyor.

“Yunus’un Türkçesini” koruyaydık ah, kimbilir Wittgenstein’ın eserleri Türkçe’ye ne güzel çevrilirdi! Füzyon mutfağı menüleri, Adli Tıp raporları, at yarışı tahminleri ve OEM hardware katalogları ne kadar harika yazılırdı!

Kasko sigorta sözleşmesi hele, ne şiirsel dururdu: “Çün ki kaza ettin vargıl/jandarmaya haber vergil/şerbet içüp esrik isen/çerağ gibi derdin yangıl.[1]


[1] Radikal’de 24 Haziran tarihli yazısında Namık Kemal Zeybek isim vermeden bana cevap vermiş. Bir süreden beri “Türkün engin hoşgörüsü” moduna aldığı kurt dişlerini, anlayanın anlayacağı dilde gıcırdatmış. Son cümlede “anlatabildim mi?” diye de vurgulamayı da ihmal etmemiş.

Ben anladım. Anladıklarımı köşeli parantez içinde ekledim.

"Kimisi, Türk dil ve kültür alanı içinde yaşadığı halde, başka bir soya mensubiyet etkisinde ırkçılık yaparak... [irmeni!]

Demokratik hakkıdır elbette... Ne diyelim... [Türkün engin hoşgörüsü...]

Kimisi yoğun propagandaların etkisi altında kaldığından... [saf!]

Kimisi çağdaşlığı, liberalliği, demokratlığı at gözlüğü ile gördüklerinden... [cahil!]

Kimisi bu işi ‘iş ve meslek’ haline getirdiklerinden... [satılmış!]

Kimisi köşelerde iş bulmak yolu yaptıklarından... [bacanak kontenjanından köşe yazdırılanları kastediyor herhalde.]

Evet bütün bu kişiler ve benzerleri, ağız birliği içinde “Türk’e Türk düşmanlığı propagandası” yapıyorlar.

Yapmayın yoldaşlar! [komonis!]

Yapmayın yurttaşlar! [irmeni!]

Çok ileri gidiyorsunuz! [sabrımız taşarsa...]

Türk’ü Türklükten soğutmak mı istiyorsunuz?

Türklerin milliyetlerinden eziklik duymalarını mı istiyorsunuz?

Türkiye Türklerinin, Türklüğün değerlerinden kopmasını mı istiyorsunuz?

Yapamazsınız!

Tam tersi olacak diye korkuyorum. [ben hoşgörürüm ama tosuncukları bilmem...]

İstemediğimiz ölçülere varan bir Türkçülük doğabilir. [salarım üstüne...]

Bırakın bilgisizce yaptığınız tarihimizi karalamaları...

Siz böyle yaptıkça bizim içimizde ‘Türkçemizi, inancımızı, tarihimizi’ korumak duyguları, görev duygusu ile taşkınlaşıyor. [taşarsa hangi pislikleri yapabildiğimizi sen bilirsin...]

Anlatabildim mi?"

Türk’ü Türklükten soğutmak mı istiyoruz? Hayır, Nazi artığı Türkçülerden soğutmak istiyoruz.

Türklerin milliyetlerinden eziklik duymalarını mı istiyorsunuz? Aksine, bu ilkelliğin utancından kurtulup hakları olan rasyonel özgüvene kavuşmalarını istiyoruz. Buna ufak da olsa bir katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Türkçülerin aptalca bir hamasete hapsetmeye çalıştığı kültürün aslında gayet renkli, insanî, çok yönlü ve kozmopolit bir kültür olduğunu, insanlığın binlerce yıllık macerasıyla içiçe olduğunu hatırlatmaya çalışıyoruz.

“Korkma,” diyoruz, “çık bu adamların seni hapsettiği inden.” Dışarıdakiler düşman değil. Wittgenstein da senin kardeşindir, Fotoşop’u tasarlayan genç dahiler de. Asurlunun da senin kültüründe emeği var, Roma imparatorlarının da. İsviçrenin dağ köylüleri de aynen senin gibi problemlerle cebelleşiyorlar, Habeşistan devrimcileri de. Rahat ol, gevşe! Kendine güven!

Beyefendiyi korkutan budur.

Comments

No comments found for this post.