Home Artists Posts Import Register

Content

25 Mayıs 2009

Türkçe bağlaçların ezici çoğunluğu neden Arapça ve Farsçadır? Hadi soyut kavramların (adalet, şükran, ilim, tövbe...) yahut yabancı kültür ürünlerinin (kitap, nohut, terazi...) başka yerden devşirilmesini anladık da, ve, veya, fakat gibi dilin somunu ile civatası mesabesinde olan edevat nasıl yabancı dilden alınır?

Örnek mi dediniz, buyur örnek. Temel bağlaç ve Arapça. (1950’lerde Nurullah Ataç ve kelimesini Türkçeden atmak için millî seferberlik başlatmıştı; 60’larda benim ilkokul ve ortaokul hocalarım arasında bu fikri benimseyip kompozisyonda ve kullanmamızı yasaklayanlar vardı.) Disjunction dedikleri ya/yahut Farsça, veya yarı Arapça yarı Farsça. Amma, lakin ve fakat’ın üçü de Arapça; üçü de Türkçede Arapça aslından farklı işlev kazanmışlar.

Ya istiklal ya ölüm’deki ya/ya, ne Şamın şekeri ne Arabın yüzü’ndeki ne/ne, hem kel hem fodul’daki hem/hem Farsça. İlgi bağlacı olan ki, ne çare ki Farsça. Yine Farsça olan çün ki esasen zaman bağlacı iken zamanla nedensellik bağlacına dönüşmüş. Şart ifade eden eger ve meger Farsça. “Her ne kadar” manasına ger çi, dilek bildiren kâş ki (keşki), şüphe bildiren bel ki, limit bildiren ta ki Farsça. San ki’nin Türkçe sanmak eylemiyle alakası yok, o da Farsça. Madem ki diye kısalttığımız mâ dâme ki yarı Arapça yarı Farsça bir yarım cümle. Hal bu ki Arapça-Türkçe-Farsça tam çorba. Zirâ Farsça “şundan ötürü” demek. Ya’nî “demek ki”nin Arapçası.

Nedir bu işin sırrı diye uzun süre düşündükten sonra şuna vardım. Bunların hepsi YAZI DİLİNDEN konuşma diline geçen şeylerdir. Konuşma dilinin mantığı farklıdır. Kısa kısa cümlelerle konuşursun. Paralel yapılı cümlelerle konuşursun. Fiili tekrarlayarak konuşursun. Bağlaçla mağlaçla işin olmaz. Halbuki yazı dilinde, belki söz kurma ve algılama süresi daha uzun olduğu için, karmaşık bağımlılık ilişkileri üzerine kurulu daha kompleks cümlelerle meramını ifade edebilirsin. İşte bağlaçlar orada lazımdır. Yazı dilinin yan ürünüdür.[1]

Arap-Fars kültürüyle tanışmadan önce de Türkçe yazılıyordu elbette. Ama işte, o kadarcık yazılıyordu. Batı Türkleri, yani Oğuzlarla Kıpçaklar ise daha yazıya geçmemişti. Okuyup yazmayı Arap ve Fars ekolünden öğrendiler. Yazı diline lazım olan araç gereci de en kolay oradan temin ettiler.

Yani eskiden Türklerin bağlaçları vardı da milli şuur kıtlığından onu bırakıp başkasını almadılar. Yoktu, öğrendiler. Pratik adamlar olduklarından, bu yerlidir şu yabancıdır diye tantana yapmadılar. İşe yarar mı, ona baktılar.[2]


[1]Bu da Aristo, asyndeton (bağlaçsızlık) üzerine. Adıyla sanıyla tanımlanmış bir retorik (belagat) tekniğiymiş.

Bağlaçsız kelime dizileri ve belli kelime ve cümleciklerin sürekli tekrarı yazılı metinlerde haklı olarak hoş görülmez. Ama sözlü ifadede hatipler bunları serbestçe kullanırlar, çünkü dramatik etkisi vardır.” Aristoteles, Retorik, III

[2]Batı Türkçesinde HİÇ bağlaç olmadığı şeklinde bir iddiam yok; sanırım yazımdaki ifade bu yönde yanlış yorumlanmaya müsait. Öte yandan, Türkçe bağlaçların sayı ve işlevce çok kısıtlı olduğu VE 14. yüzyıldan itibaren Türkçe yazı dilinde kullanılan bağlaçların %90 gibi bir oranının Arapça ve Farsçadan alıntı olduğu bence apaçık olmalı.

Eski (Ortaasya) Türkçesinde erinç , azu, takı, ulayu, artukı, udu, yeme gibi bağlaçların var olduğunu kanıtlama sevdasına düşen birkaç kişiye şöyle yazdım:

Saydığınız Eski Türkçe bağlaçların (takı/dahı hariç) hepsi Orta Asya Yazı Türkçesine mahsus olup Türkiye Türkçesinde hiç kullanılmamıştır.

Doğu Türkçesi Batı Türkçesinden yaklaşık beş yüz yıl önce yazıya döküldüğünden, yazı dilinin getirdiği bir dizi sentaks özelliğine (ve bu meyanda bazı bağlaçlara) kavuşmuş olması doğaldır. Bu özellikler Batı Türkçesinde mevcut değildir. Batı Türkçesinin yazıya geçiş aşamasında (13. yüzyılda) ve öncesinde Orta Asya Yazı Türkçesinden hiç etkilenmediğini varsayabiliriz. OAYT’de bulunan bağlaçların TTü yazı diline aktarılmamış olması da bunu gösterir.

Comments

No comments found for this post.